34. Akbank Caz Festivali: Bir festival günlüğü

Türkiye’nin en uzun soluklu müzik festivallerinden biri olan Akbank Caz Festivali’nin 34. edisyonu bu sene gerçekleşiyor. Andaç Üzel, festivali yakından takip ederken aldığı notları derleyerek festival günlüğü oluşturdu.

Sonbaharı sevmek için herkesin bir nedeni vardır. Yazcılar fiilen aralıklarla da olsa güneş görebilmenin güzelliğine sığınarak sonbaharı sever. Kışçılar yaklaşan soğuk günlerin telaşını içinde yaşamaya başlar. Herkesin baharlarla bir kesişimi vardır. Benim için ise sonbahar, sezon başlangıcı demek. Sevdiğimiz etkinlikler geri döner, şehir renklenir. Müzik, tiyatro, sinema derken evden çıkmak için artık çok daha fazla bahanemiz olur. Sonbahar bir yaşama bahanesidir. Sezon, sonbaharda başlar. Hayat da. Benim için bu sonbaharın ve elbette bundan önceki sonbaharların da en tatlı yanlarından biri Akbank Caz Festivali. 

34 yıldır düzenlenen Akbank Caz Festivali’nin bu seneki edisyonu, İstanbul’un plaka koduna da ufaktan göz kırparak düzenlenmiş bir kutlama serisi. Galiba Akbank Caz’la ilgili en çok sevdiğim şey de bu: Kutlanacak şeylerin üzerine gitmek ve kutlanacak yepyeni şeyler yaratmak. Müziğin kutlanası yanlarını keşfeden, özgürlüğü ve özgünlüğü alkışlayan, yeniyi kovalayan ama eskiyi anıp kadehini ustalara kaldıran bir festival bu. Her sene böyleydi, 34. edisyonunda bu his daha yoğun.

34 yıl 34 farklı konser

34 yılı 34 farklı konser ve onlarca etkinlikle kutlayan Akbank Caz Festivali, artık çok daha fazla mekanla şehrin yayılabildiği tüm kıyılarında yeniden nefes alarak müziği ve kendini var ediyor. Renklerin şehrine yakışır bir şekilde rengarenk bir programla şehri müziğin farklı tonlarıyla boyuyor. Festivali uzun süredir tek tük etkinlikle takip etmeme rağmen son iki senedir çok daha yakın takibe aldım. Geçen sene gidebileceğim tüm etkinliklerine gitmeye çalıştım, bu sene ise yılın 52 haftasından tam bir haftasını gerçek anlamda Akbank Caz Festivali’ne ayırdım. Toplamda 8 konser ve bir sohbet etkinliği belirledim. Bu etkinlik ve konserlerden aldığım notları da Muhabbir’de bir araya getirmeye karar verdim. Bu, bir festival takipçisinin günlüğü.

Yazıyı yazmaya 5 Ekim günü Moda216’da başladım. Doğa sıcak bir kahve koydu sol tarafıma. Bir yandan kahve içip arada Doğa’ya laf atıyorum, bir yandan bu günlüğü başlatıyorum. Doğa festivalde Isaiah Collier’i izlemiş henüz. Takuya Kuroda konserinde buluşacağız onunla. Şu ana kadar izlediğim üç konser üzerine düşündüklerimi yazarak bu yazıyı yayına alacağım. Takip eden süreçte, izlediğim konserleri birer ikişer ekleyeceğim. Burayı aralıklarla takip ederek benim Akbank Caz Festivali deneyimime ortak olabilirsiniz. 

  • Daniel Hersog Quartet
  • Akbank Sanat 
  • 1 Ekim Salı – 19.00

Cazla ilgili en sevdiğim şeylerden biri, “rastgele” gibi duran hiçbir şeyin aslında rastgele olmaması. Özellikle canlı performanslarda hiçbir şey rastgele gerçekleşmiyor. Kendiliğinden gerçekleşiyor ama bu kendiliğinden oluşun içinde net bir mantık, çok da keskin bir çalışma disiplini yatıyor. Doğaçlamalar da kendiliğinden ama asla rastgele değil.

Kanadalı trompetçi Daniel Hersog, piyanoda Frank Carlberg; davulda Silvio Morger ve basta kuzeni Florian Hersog ile bir araya geldiği yeni dörtlüsünde performansı boyunca yukarda yazdıklarım üzerine uzun uzun düşündürdü. Farklı projelerde bazılarıyla birlikte çalmış olsa bile bu dörtlüyü sahnede ilk kez bir araya getirmiş Hersog. Üstelik bu dörtlüye ve Akbank Caz Festivali’ne özel besteler yapmış. Her birinin önünde notalar, tamamı ilk kez canlı çalınan parçalarla, bir daha tekrarı yaşanmayacak bir caz konseri deneyimi yaşattılar bize.

Bu deneyimin içinde Hersog’un İstanbul’la ilgili izlenimleri en başı çeken etken. Bize bu deneyimi, Hersog’un İstanbul’u ve Hersog’un Akbank Caz Festivali yaşattı. Akbank Caz Festivali’nin Daniel Hersog’u da bize o izlenimleri seslendirdi. Cazın ve müziğin biricikliği, tam olarak böyle bir şekilde hissedilebilirdi zaten. Belki konser bir üst sokakta gerçekleşse ayrı melodiler duyacak, belki Hersog o gün vapura binse apayrı bir parça daha işitecektik. Bu yönüyle, bizi caza bağlayan her şeyi sahnede gördüğümüz bir konser izledik. 

Daniel Hersog’un bestelerinden birinin adı Nişantaşı’ydı. Nişantaşı’nda yürüyen “havalı” insanları, Nişantaşı sokaklarını ve o sokaklarda yaşanan hayatı, çok renkli ve kendi ritmini kendi taşıyan bir melodi dizisiyle notaya dökmüş. Adımlanan sokaklardaki adımların izlerini işitebildiğiniz bir parça bu. Bir diğer yanıyla da 2013’te kaybettiğimiz müzikal deha Behsat Üvez’in Barana ve Ceylan Ertem ile kaydettiği Xenopolis albümünde yer alan Birinci Sınıf parçasını anımsattı bana. Anlatılanlar aşağı yukarı aynıyken müzikal karşılığı da bana bunu anımsattı. Belki pek de alakası yoktu. 

Bir diğer parça için ise Hersog bambaşka bir şey denemiş: YouTube’da Kapalıçarşı araması yapmış, bir video ile Kapalıçarşı’yı gezerken bu mekanda neler olup bittiğini resmetmiş. Yahu, çok iyi fikir! Üstelik bu beste de tıpkı Nişantaşı gibi mekana uygun. Üstelik, Hersog’un İstanbul besteleri, yalancı ve üstten bakan oryantalizmden bütünüyle ayrıksı bir yerde. Hiç alakası yok.

Peş peşe gelen ve o günün biricikliğine odaklanan bu parçaların tamamında, dörtlünün müziği çok dengeliydi. Daniel Hersog elbette o dörtlünün “frontman”i ancak bunun yanında asla birbirini gölgelemeyen dört müzisyen dinlemek de cabasıydı. 

Konser boyu, gerçek bir caz konseri izlemenin keyfini yaşadım. Fakat benim aklımda, bu konserin sözgelimi Nardis gibi bir caz kulübünde gerçekleşmesinin daha iyi olup olmayacağı sorusu kaldı sadece. Belki o zaman, İstanbul’un müziğini İstanbul’a ait bir caz kulübünde dinlemenin keyfini yaşardık. Bir müze salonu konserinden ziyade, ete kemiğe bürünmüş bir caz deneyimiydi zira.

  • EABS
  • Frankhan
  • 3 Ekim Perşembe – 21.00

Yoğun bir iş günü, çok zor geçirdiğim bir perşembe. Bilgisayara boş boş bakıp işleri eritmeye çalışırken aklımda sadece EABS var. “Beş dakika sonra bir toplantı yapalım mı”ların “Ben o işi sana gönderdim, bir bakar mısın”lara yerini bıraktığı, arada bir saatlik bir toplantıda uzun uzun sunum yapmak durumunda kaldığım bir gün. Aklımda sadece EABS var. Hangi parçaları çalacaklar? Hangi albüm daha çok öne çıkacak? 

Polonya’nın son yıllarda çıkardığı en büyük çağdaş caz isimlerinden biri EABS. Kendilerini keşfettiğim günden beri sıklıkla albümlerine dönüyorum. Hatta DJ’lik yaptığım mekanlarda da bir şarkılarını illaki sete dahil ediyorum. Astigmatic Records’un ışıl ışıl temsilcileri, çağdaş cazın gürül gürül tınılarıyla albümler dolusu külliyatı kucaklayıp İstanbul’a gelirlerken onlara kayıtsız kalmak olmazdı. 2016’da yayımladıkları ilk albümlerinden beri ısrarla çıkayı yukarı çıkaran bu ekibin müziğine şu ana kadar yaklaşmadıysanız, bir kez olsun 2061 adlı albümlerini dinlemeniz gerektiğini çok net bir şekilde söyleyebilirim.

Frankhan’da gerçekleşecek konser için kapıda arkadaşlarımla sohbet edip yeni yeni insanlarla tanışırken, farklı müzikal geçmişlerden gelen dinleyicilerle sohbet ettiğimi fark ettim. Bazıları EABS’i çoktan biliyor, bazıları henüz dinlemeye başlamış, bazılarıysa bu konserle onlara şans vermek istemiş. Kulak dolgunluklarını canlı performansla sağlamak isteyen bir profil görmek beni çok heyecanlandırdı. İşte caz böyle bir şey? Galiba evet.

Dinleyiciyle berrak bir iletişim

İçeri girip EABS’in müziğine kulaklarımı açtığım an grup beni en sevdiğim parçalarından biriyle karşıladı: Global Warning. Peşinden ise her albüme ufak ufak temas ettikleri, coşkulu, doğaçlamaya kapılarını ve frekansını açabildiği kadar açmış bir performans. Bu performansın içinde dinleyiciyle kurdukları berrak bir iletişim var. O iletişimi sözler ve uzun doğrudan hitaplar yerine müzikal ifadeler oluşturuyor. Tam da günümüz cazının ihtiyaç duyduğu ve kendini var ettiği değerler üzerinden gelişen bir paylaşım bu. Her an orada bulunmaktan mutluluk duyduğunuz, mekanın müziği ve müziğin de mekanı sarıp sarmaladığı bir cesur konser bu.

İddialı tınılarla bezeli, kapısına geleni hiçbir zaman eli boş göndermeyen bir müzikal akımın genç ve taze kan temsilcileri EABS, yapılabilecek en temiz performansla dinleyicisini İstanbul’da ilk kez Akbank Caz Festivali’nde ağırladı. Başlı başına bu festivale ait, bu festivalin içinde ve bir bütün olarak da Akbank Caz Festivali’ni kapsayan coşkun bir performanstı. EABS’i yeniden İstanbul’da izlemek için sabırsızlanıyorum. Elbet bir gün, yeniden!

Andaç Üzel’in EABS ile yaptığı röportajı okumak için tıklayın.
  • Dave Okumu & 7 Generations
  • Babylon
  • 4 Ekim Cuma – 22.00

EABS’i takiben, yine işin gücün çok yoğun olduğu bir cuma gününün sonuna doğru Babylon’dayız. Burası Akbank Caz Festivali’ne her zaman çok yakışıyor. Babylon’un kimliğinin özgünlüğüyle bütünleşen Akbank Caz Festivali, bu sahnede her seferinde kendini yeniden var ediyor. Dave Okumu & 7 Generations konserinde de aynısı yaşandı. 

The Invisible grubuyla hayatlara dokunan Kenya asıllı müzisyen Dave Okumu, 7 Generations ile birlikte çıktığı yolculuğun bir çıktısı olan 2023 çıkışlı albümü I Came From Love ile dikkatimi geçtiğimiz sene çekmişti. Başlarda bu konsere gidip gitmeme konusunda kararsızdım. Biliyordum ki çok yorgun olacaktım. Fakat bir şekilde müzik galip geldi, iyi ki de geldi.

Okumu, tıpkı konserde bahsettiği yakın arkadaşı ve berberi gibi iyi bir hikaye anlatıcısı. Hikayelerini müzikal izlerle bezeyerek dinleyiciye ulaştırmayı seviyor. Günümüzde anlatının gücünü yitirdiği ve önemsizleştiği müziğin de epey zıttı bir yerde yer alıyor. Bu yönüyle keyifli bir deneyim yaşayacağınız kesin. Canlı performansıyla da kayıtlarıyla da sizi satırlar ve nota dizeleri arasında dolaştırmayı seviyor. Bunu yaparken de asla sıkıcılaşmıyor. Dozunda hikayeleri, virtüözitenin gereksiz şova dönüşmediği bir performansın ışığında sahneyi 7 Generations ile birlikte dolduruyor. 

Bu konserde aldığım keyif, samimi bir hikaye anlatıcısı ve iyi bir müzisyenin sohbetine eşdeğerdi. Okumu’yu Akbank Caz Festivali’nde izlediğim için çok mutluyum. Sayesinde, hiç tanışmadığım bir dostla dertleşir gibi hissettim kendimi. Coşkulu, ritmik, Okumu’nun köklerine yakın ve yalın bir performans.