Duygu Bay – Organik tarıma olan merakım, geçtiğimiz haftalarda beni organik tarımı tam anlamıyla deneyimlediğim ve bu konuda bildiklerimin ne kadar yetersiz olduğunu öğrendiğim bir yolculuğa çıkardı. Hipp Türkiye’nin davetlisi olarak markanın yönetim kurulu başkanı Stefan Hipp’in Polonya’nın Gdańsk şehrinde, Podągi isimli bir köyde bulunan organik tarım çiftliğini ziyaret etme şansına sahip olduğum bu yolculukta organik tarıma dair her şeyi bizzat Stefan’dan dinledim. İnsanların bugün ve gelecekte beslenebilmesi için gen teknolojisine ihtiyaç olmadığını söyleyen Hipp, organik tarıma dair bilinmesi gerekenleri anlattı.
“Tahrip edilen toprak 25 yılda kendi verimli hale geliyor”
“Topraklarımız yoğun göç, kimyasal ve endüstriyel yüklemeler, ağır veya uygunsuz makinelerle yapılan çalışmalar, yanlış zamanlamalarda yapılan ekim ve hasat, yanlış işleme yöntemleri ile yanlış ve kimyasal gübrelerle yanlış ürün çeşidinin ekibinden kaynaklı olarak toprağın organik bileşenlerini kaybetmesi, yer altı sularının yanlış toprak ve zemin kullanımından dolayı yetersiz ve verimsiz olması gibi çeşitli yollarla tahrip edilmektedir. Tahrip edilmiş toprağın iyi ve verimli bir hale gelmesi 20-25 yıl kadar sürmektedir. Organik tarım dendiğinde ilk aklımıza gelen sürdürülebilirlik prensibine uygun olarak toprağın korunması ve işlenmesi olmalıdır. Sağlıklı bir toprak yapısı yalnızca verimliliğini korumakla kalmıyor aynı zamanda enerjisi tasarrufu sağlamak gibi pek çok anlamda verimliliği arttırabiliyor.
“18. yüzyılda Albrecht Thaer, bitkilerin gıdalarının toprak içindeki organik bileşenler olduğunu söylemiş ve humus teorisinin de kurusu olarak organik tarıma büyük katkıda bulunmuştur. Thaer’in öngörüsü çok uzun yıllar sonra, 20. yüzyıl ortalarında Virtanen tarafından ispatlanmıştır.
“Bilimsel araştırmalar tarihten örnekler vererek Mısır ve Aztekler’in bugünkü kimayasal ve diğer tekniklerin kullanımı olmadan aynı büyüklükteki tarım alanlarından bugüne nazaran çok daha fazla verim aldığını göstermektedir. O dönemdeki toprak verimliliği bugüne kıyasla 10-15 kat daha fazladır. İnsanların bugün ve gelecekte beslenebilmesi için gen teknolojisinin gerekli olduğu savı böylece çürütülmüş oluyor.
“Solucan miktarı toprağın kalitesi hakkında fikir verir”
“İsviçreli doktor Hans Müller, Almanya’dan Dr. H.P. Rusch ile birlikte organik tarımcılığı geliştirmiştir. Organik tarım bakteri, yosunlar, mantarlar, solucanlar ve çeşitli kurtçukların sinerjisiyle yapılan tarım demektir. Bu mikroorganizmalar ve küçük canlılar kum ve tuzlarla birlikte toprağın temel yapısını oluşturmaktadır ki aynı zamanda toprağın canlılığını da gösterirler.
“Toprağın bu doğal hali, kimyasal toprak işlemesinin aksine toprak verimliliğinde yeni bir anlayışı oluşturmuştur. Toprağın bu doğal gevşek gevşek yapısı içerisinde mikroorganizma, oksijen ve hatta su depolayarak bitkiler için en ideal ortamı sağlamaktadır. Depolanan suların içerisinde dahi bitkiler için gerekli çözünmüş halde çeşitli mineraller bulunmaktadır. Bu yapıyı korumak için kimyasallardan ve suni gübrelerden vazgeçmek yeterli değildir. Toprağın içindeki bu canlıları düzeli olarak beslemek de gerekmektedir. Bir avuç toprağın içinde milyonlarca mikroorganizma yaşamaktadır. 10 ile 30 cm arasında değişen bu incecik tabaka yaşamın temelini oluşturmaktadır. Bu incecik tabakada çürümelerin, bitkilerin, organizma ve minerallerin çözülmelerinin yer aldığı müthiş bir yaşam döngüsü toprağa hayat vermektedir. Bu döngü içerisinde solucanlar çok önemli bir rol üstlenmektedir. Solucanlar sadece organik atıklarla birlikte yedikleri toprağı midelerinde hazmederken bildiğimiz en iyi gübreyi oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda toprağın altını havalandırarak; hava ve su depolanmasına olanak sağlıyorlar. Topraktaki solucan miktarı bize toprağın kalitesi ile ilgili fikir vermektedir. Bir metrekare ve 20 cm derinlikteki sağlıklı toprak tabakasında 500 civarında solucan yaşamaktadır.
“Doğanın ruhunu yok sayarak ve tüm doğal döngüyü sadece madde ile açıklamaya kalkıp insanlığın beslenmesi için kimyasal tarımın zorunlu olduğunu iddia ettiler ve insanların yüreklerine kıtlık korkusu salıp bazı gerçekleri gizlediler. Örneğin Mısır ve Aztekler 10 bin metrekare alandan elde ettikleri ürünlerle 15 insanı besleyebiliyorlardı. Bu oran bugün Amerika’da 10 bin metrekareye yalnızca bir insandır.”
Organik bebek besinleri, anne sütü artırıcı çaylar ile anne ve bebek kozmetik ürünleriyle bilinen markanın yönetim kurulu başkanı Stefan Hipp, insanlığa ve dünyamıza karşı hepimizin sorumluluğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: “Toprağı doğru bir şekilde işleyip sağlıklı yapısını koruyabilirsek kimyasallara ve genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) ihtiyaç duymadan kendimizin ve çocuklarımızın hayatını riske atmadan çok daha ucuz yöntemlerle ve daha az enerjiyle insanları sağlıklı beslemek mümkün olacaktır.”
Ben de bu muhteşem deneyim, dünya çocuklarının sağlıklı gelişimi ve sürdürülebilirliğe katkılarından dolayı Stefan Hipp’e teşekkür ediyorum.