Cem Tümdağ – Disney’in yayınlanması şirketin kendi aldığı karar nedeniyle çok tartışılan ve yapımıyla birlikte uzun süredir planladığı Atatürk dizisi, iki bölüm halinde film olarak sinemalarda gösterilecek. 29 Ekim 2023 tarihinde Fox televizyon kanalında da özel bir 85 dakikalık gösterimi de yapılacak olan Atatürk filmleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatının 1881’den 1919’a kadar olan kısmını kapsıyor. 144 dakikalık 3 Kasım tarihinde vizyona giren ilk film ise, Atatürk’ün doğumundan 1915’te Çanakkale Savaşı’na kadar olan hayatını anlatıyor.
Atatürk’e dair film yapmak oldukça zor
Şöyle bir gerçek var, Türkiye’de Atatürk filmi yapmak hiçbir zaman kolay olmayacaktır. Bir Atatürk filmi yaptığınızda Atatürk’ün bütün hayatına odaklanmadan bir film çekmek de hiç kolay değil. Türkiye’nin siyasi yapısından ötürü illa ki filmin belli çevreleri rahatsız eden yanları olacaktır. Örneğin, Osmanlı’nın son döneminde yıkılmakta olan bir devletin yozlaşmış kademelerini ve padişahını gösterdiğinizde farklı bir kesim; Atatürk’ün milliyetçiliği ve vatan sevgisinden çok insani kişiliğini, karakterini, hatalarını gösterdiğinizde farklı bir kesim rahatsız olacaktır, ortaya konulan sanat eserinden. Bu nedenle ben kendi film yorumlamamda daha çok filmin kendi içinde ortaya koymaya çalıştığı hikayeye odaklanacağım.
Film, 3 bölümden oluşuyor (belki de dizinin ilk 3 bölümü olarak planlamıştı): Asker, Hürriyet ve Zafere! (Filmde kullanılan title fontu olarak daktilo font’u kullanılmış. Artık modası geçmedi mi bunun ya gerçekten, ve hayır filmde hiç daktilo kullanılmıyor, artık sadece ABD’nin kahraman gazetecilerini anlatan filmlerde görüyoruz.) Korkudan hücum öncesi titreyen askerlerle başlıyor film ve sabaha karşı askerlere hücum emrini vermeden önce Mustafa Kemal siperden çıkıyor ve düşmana doğru yürümeye başlıyor. Seyirci düşman acaba karaya çıkmadı mı acaba derken, Atatürk hücum emrini veriyor ve Türk ordusu İngilizlere karşı hücuma kalkıyor. Burada görüyoruz ki, İngilizler karaya çıkmış ve hatta mevzilerini kazmışlar, düşman taarruzuna karşı hazırlar. Bu sekans ile filmin daha açılışında; 57. Alay’ın komutanı Yarbay Mustafa Kemal Paşa’nın siperden çıkıp düşman ateşine son derece açık bir vaziyette, ordunun en önünde, çok “cool” görünen ancak gerçekçilikten fazla uzak bir sahnede kendimizi buluyoruz.
Bu neden önemli? Bir film izlediğimizin farkındayım, bir kurgu izliyoruz ancak dönemin gerçekçiliğine uygun olarak kostümden setlere, seslerden efektlere, eski Türkçenin kullanıldığı gazete ve kitaplardan savaş ekipmanlarına müthiş bir sahne arkası çabanın gösterildiği perdeye tüm netliğiyle yansıyor. Oyuncuların özellikle de Atatürk’ü canlandıran Aras Bulut İynemli’nin aşırıya kaçmayan (ancak zaman zaman kendini aşırı tekrar eden el hareketleri dışında, özellikle her fes çıkardıktan sonra saçlarını düzeltmesi tuhaftı) oyunculukları kesinlikle takdire şayan. Bu kadar gerçekliğe yakın bir portre çizilmesi için dev bütçeler ve emekler harcanırken filmin açılış sekansında siperden çıkıp düşmana doğru yürüyen bir Atatürk göstermek bence komik.
En büyük eksikliği…
Filmin Çanakkale sekansının sonunda ve daha sonrasında defalarca tekrar ettiğini gördüğümüz bir sahnede (sanki mahşerin atlısı gibi) beliren simsiyah bir at ve sürücüsü var. Ölümü ve korkuyu temsil ederek Mustafa Kemal’in üstüne koşuyor ve öğreniyoruz ki bu onun çocukluğunda babasının mallarını yakan vandallar. Bu sahneden sonra Osmanlı’nın çöküşünü, devletin yozlaşmışlığını, kurumlarının işlevsizleşmesini öğrenmeye başlıyoruz. Siyah atlı Atatürk’ü birkaç kez daha uykusundan uyandırıyor, bunu önemli bir detay gibi tekrar tekrar gösteriyor bize yönetmen ancak filmin sonunda hiçbir yere bağlanmıyor. Bir diziyi filme çevirmenin böyle bir problemi var elbette. Belki ikinci filmde bu bir yere varacak ancak bir filme film diyorsak bunun kendi içinde bir tutarlılığı olması gerekiyor. Atatürk filminin en büyük eksiğinin bu olduğunu düşünüyorum.
Bunun dışında en büyük ikinci eksik ise “context” yani bağlam. Pek çok kişiyi görüyoruz filmde, Cumhuriyet’in kurulmasına giden yolda önemli rollere sahip olan, Osmanlı’nın son dönemine yön veren asker ve sivil, ittihatçılar ya da aktivistler. Ben bir Türk olarak bu isimlerin tamamına hakim değilsem, bu filmi dünyanın dört bir yanında izleyecek insanlara biraz daha bu kişilerle ilgili en azından sahnede belirdiklerinde bir yerde ismi ve görevini belirtecek bir title card bulunması gerekiyor. “Atatürk’ü doğru anlatmak” şiarıyla bize sunulan bu filmde bunun eksikliği ciddi anlamda hissediliyor. Öte yandan filmde Atatürk’ü, Çanakkale, Selanik, İstanbul, Sofya, Şam (Suriye), Derne (Libya) gibi uçsuz bucaksız bir coğrafyada görüyoruz. Dünyanın ve yeni nesillerin Türklerin o devirde ne kadar çok toprak kaybettiğini, bunun kurtuluş mücadelesinde ne kadar önemli bir motivasyon olduğunun anlaşılması amacıyla bir harita üzerinde Atatürk’ün kat ettiği yolların basitçe de olsa gösterilmesi bence gerekliymiş.
Teknik açıdan standardı yakaladık
Atatürk konu olduğunda duygusalız. Film nasıl daha iyi olabilirdi diye düşünürken, filmin iyi olduğu yanları göz ardı edilebiliyor. Atatürk 1881-1919 1. Bölüm filminin ise elbette iyi olduğu yanları var. Tarihi anların yeniden canlandırılması, Atatürk’ün farklı kişilerle girdiği diyaloglarda hangi fikirleri nasıl edindiğinin gösterilmesi, kamera ve efekt hileleriyle zamanın akışının hızlandırılması oldukça başarılıydı.
Türk sinemasında teknik açıdan kesinlikle uluslararası standardı yakalamış durumdayız. Umuyorum bir gün hikâye, hikaye anlatımı ve dramaturji konularında da benzer bir standarda erişmeyi başarırız. Dizi tarzı melodramatik hikaye anlatımlarıyla Türk sinemasının aşırı bir ağır çekim hastalığına düşmesi, mavi-yeşil color grading tonlarının yoğun kullanımı (özellikle fragmanda çok sırıtmıştı, filmde ise çok daha doğala yakındı renkler, birisi fragmanı fazla ‘güzelleştirmiş’) ve filmde anlatılan elementlerin film boyunca gelişiminin ve evriminin daha net olarak ortaya konması. Bu nedenle Atatürk’ün Bulgar Generali’nin evinde bir ajan gibi belge çaldığı sahneden çok, filmin sonunda dağılmış ve moralsiz olan 57. Alay’ı en son tahminen 130 dakika önce gördüğümüz ve sonrasında unuttuğumuz bir düşmana karşı yüreklendirmesi ardından bir anda çat diye filmin bitmesi daha çok rahatsız edici bir durum yaratıyor. Devamı gelecek bir filmin gelecek filme hiçbir açılış yapmaması, açılış yaptığı sahnenin ise filmin başı olması tuhaf bir döngüsel durum yaratıyor ve burada da yine dizi kafasıyla yaratılmış bir eserin film olarak yeniden kurgulanmasındaki sorun ortaya çıkıyor.
85 dakikası televizyonda yayınlanacak
Son olarak 29 Ekim günü özel (kısa) bir versiyonunun yayınlanması ve sonrasında 3 Kasım’da gösterime gelecek olan sinema filme Cumhuriyet’in 100. yılının dev bir PR kampanyası olarak kullanılmasını yadırgadım. Televizyonda Atatürk filminin 1. Bölümü’nün bir bölümünü göstererek, toplamda 144 dakikalık bir yapımın 85 dakikalık bir versiyonu yani %60’ını göstererek kalan %40’ını sinemada izleyebilirsiniz demek bence çok yakışıksız bir hareket ama filmin nerede yayınlanacağı aşamasında yaşananlar göz önünde bulundurulunca belki daha makul bir çözüm olarak görülebilir.
İnsanların bu filmi görünce ne düşüneceğini merak ediyorum, Atatürk söz konusu olunca hepimizin bir fikri var. İyi ya da kötü, kendi fikrimizle de yüzleştirdiğini düşünüyorum bu filmin. O nedenle de izlemeye değer olduğunu düşünüyorum, çünkü diyaloglarda anlatılan hikayeyi sevdim. Umuyorum seyredenler de keyifli vakit geçirir ve yaşadıkları ülkeye dair bilmedikleri bir şeyler öğrenme fırsatını yakalarlar.
Bu vesileyle Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun. Bize (bu filmde de sık sık andığımız gibi) bizi yönetenleri seçme ve hatta seçmeme hakkını verdiğin için teşekkürler Atatürk.