EABS ile müzikleri, çağdaş caz ve İstanbul konserleri üzerine

34. Akbank Caz Festivali kapsamında ilk kez 3 Ekim Perşembe akşamı İstanbul’da izleyeceğimiz EABS, caz müzikte yeni ve çağdaş bir soluğun temsilcisi olarak uzun süredir dikkat çekiyor. Gruptan Marek Pędziwiatr, sorularımızı yanıtladı.

Andaç Üzel: EABS’nin müziğinin hikayesi (ya da kökleri) ile başlayalım. Her şey nasıl başladı? Müziğiniz temel olarak hangi müziklerden ya da müzisyenlerden etkilendi?

Marek Pędziwiatr: EABS başlangıçta bir gruptan çok bir etkinlik olan Electro-Acoustic Beat Sessions (EABS) olarak başladı. 2011 yılında üç müzisyen, DJ ve prodüktör Spisek Jednego tarafından Wrocław, Polonya’daki ikonik Puzzle kulübünde hip-hop/jazz jam session’ları düzenlemek üzere bir araya getirildi. Hepimiz rap’in altın çağından ve onun orijinal caz, funk ve soul örneklerinden ilham alıyorduk. Böylece orijinal hip-hop loop’larını müzik enstrümanlarımızın prizmasından geçirerek keşfediyorduk. Bu oturumlar sırasında Jeru The Damaja, Dave Liebman, Coultrain, Ben LaMar Gay, Rashaan Ahmad ve daha birçokları dahil olmak üzere çeşitli yerel ve uluslararası üne sahip sanatçılarla birlikte çaldık. Zamanla, aynı ritim ve korno (üflemeli) bölümünün birlikte çalmaya devam ettiğini fark ettik, bu da sadece tekrar eden bir etkinlikten ziyade uyumlu bir gruba dönüştüğümüzün işaretiydi. İlk yayınımız Puzzle Mixtape (2016), Puzzle kulübündeki bu jam session’lardan alınan canlı kayıtların bir koleksiyonuydu. Bu, “Puzzle dönemimizin” sonu ve grup olarak EABS yolculuğumuzun başlangıcı oldu. EABS bir müzik grubundan çok daha fazlası; biz misyonu olan, bir amaçla müzik yapan ve her albümde bir mesaj veren bir oluşumuz.

A.Ü.: İlk albümünüz Puzzle Mixtape 2016 yılında yayınlandı. Bunu 2017’de Repetitions takip etti. Zamanında bu albümlerde vokal öğeler vardı. Ancak son albümlerinizde bu durum büyük ölçüde değişti. Vokalleri kaldırmanıza ne sebep oldu? Gelecek kayıtlarınızda vokal eklemeyi düşünüyor musunuz?

M.P.: Harika bir soru! Bunu bana birkaç yıl önce sormuş olsaydınız, muhtemelen size bir sürü bahane söylerdim. Gerçek şu ki, şarkı söylerken kendime olan güvenimi kaybettim çünkü kendime çok yükleniyordum. İronik bir şekilde, hem çalıp hem şarkı söylediğimde kendimi her zaman sanatsal açıdan tatmin olmuş hissetmişimdir. Aslında bu duyguyu sadece iki hafta önce Brian Jackson ile performans sergileyerek bir rüyayı gerçekleştirdiğimde yaşadım. O, Gil-Scott Heron’un partisyonunu söyledi, ben de klavye çalıp back vokal yaptım. Bu deneyim kendime olan güvenimi gerçekten artırdı. Bununla birlikte, enstrümantal müziği hala seviyorum. Birçok yönden, kelimelerin verebileceğinden daha fazlasını verebiliyor.

A.Ü.: Şimdi 2024 yılındayız ve Reflections of Purple Sun albümünü yayınladınız. Albümün arkasındaki ana etki ve fikir nedir?

M.P.: Tomasz Stanko Quintet‘in orijinal Purple Sun albümü plak koleksiyoncuları arasında kutsal bir mertebede kabul ediliyor. Orijinal topluluğun ustalığı bizim için ulaşılamaz bir seviyede – yeniden yaratmak imkansız. Yapmamız gereken EABS’nin kendini bulmasına izin vermekti. Stanko’nun Quintet’inin doğaçlama dehası nedeniyle bu materyal karmaşık görünse de, temel yapı aslında oldukça basit. Orijinal sound’u taklit etmeye çalışmak yorucu olurdu, bu yüzden bunun yerine kendi deneyimlerimizi ve yollarımızı benimsedik, temeli bir çerçeve olarak kullandık ve yeni bir yaklaşımla yeniden inşa ettik. Ayrıca, Stanko’nun kızı Ania sayesinde, albümün tamamını sanki [Tomasz Stanko’nun] orayı bir gün önce terk etmiş gibi hissettiğimiz dairesinde kaydetme fırsatını yakaladık. O yerin havasını ve aurasını yakaladığımızı bilmek büyülü bir duygu. Stanko’nun bizimle gurur duyacağına inanıyorum. Jakub Kurek’e seanstan sonra Stanko’nun trompetini çalma deneyimini sorduğumu hatırlıyorum. Her enstrümanın, özellikle de nefesli enstrümanların sahibinin izlerini taşıdığını söyledi. Jakub bir şekilde Tomasz’ın trompeti nasıl çaldığını hissedebiliyordu – sanki Stanko’nun müzikal yollarını takip ediyordu. Sanki Stanko ona başka bir alemden ders veriyordu ve trompet de bunun aracısıydı.İnanılmaz, değil mi? Piyanosunda çalarken de benzer, gerçeküstü bir his yaşadım, Tomasz’ın orada kaç kez oturup beste yaptığını ve o eski piyanoda kaç özel konuğun çaldığını hayal ettim.

A.Ü.: Benim bakış açıma göre Caz müziğinde yeni bir dönemi temsil ediyorsunuz. 2020’lerin Caz müziğini nasıl tanımlarsınız? Ve sizden çağdaş Caz müziğini şekillendirecek ve tanımlayacak üç albüm seçmenizi istesem, hangi albümleri seçerdiniz? 

M.P.: Çağdaş müziğin pek çok boyutu var. Bir yandan, aynı mekanda birlikte çalan bir grup müzisyen tarafından canlı olarak icra edilebilir. Diğer yandan, tamamen tek bir yapımcı tarafından hazırlanabilir. Hatta ironik bir şekilde, hiçbir insan müdahalesi olmadan da yaratılabilir. Ancak, cazın temel unsurlarından biri ritimdeki spontane etkileşimdir ki bu sadece gerçek insanlar arasında gerçekleşebilir. Her müzisyen grubu, yapay zekanın kopyalayamayacağı veya hackleyemeyeceği benzersiz bir ritmik kodu paylaşır. Bu nedenle gelecekte cazın giderek daha organik olacağına inanıyorum.

  • Adrian Younge & Ali Shaheed Muhammad – Jazz is Dead 17 Lonnie Liston Smith
  • Carlos Nino & Friends – More Energy Fields, Current
  • Charif Megarbane – Marzipan

A.Ü.: Jaubi ile mükemmel kayıtlar yaptınız. Onlarla ortak projenizdeki her bir şarkıya bayılıyorum. Nasıl bir araya geldiniz? Birlikte müzik yapmaya nasıl başladınız? Sizi gelecekte başka bir kayıtta tekrar görecek miyiz?

M.P.: Teşekkür ederim! Beğenmenize gerçekten çok sevindim. Jaubi, Astigmatic Records‘taki arkadaşlarımız tarafından keşfedildi. Jaubi’nin ilk albümü Nafs at Peace’i kaydetmek için Tenderlonious ile birlikte Pakistan’ın Lahor kentine gidecek kadar şanslıydım. Birkaç yıl sonra nihayet Polonya’da EABS ve Jaubi üyelerinin bestelerini harmanlayarak işbirliği yapmak üzere bir araya geldik. Sonuç şaşırtıcıydı; birlikte sağlam bir materyal yarattık. Üstelik kayıtları Kotlina Kłodzka’nın büyüleyici fonunda yer alan Monochrom Studio’da gerçekleştirdik. Kayıt oturumu biter bitmez stüdyonun dışına çıktık ve bizi manzarayı kaplayan nefes kesici bir gökkuşağı karşıladı. Bu özel projenin ardındaki sihir ve gücün açık bir işareti gibiydi.

A.Ü.: Hep birlikte nasıl beste yapıyorsunuz? Hem sahnede hem de stüdyoda sık sık doğaçlama yapıyor musunuz? 

M.P.: EABS’ın her üyesi bir besteci. Bir albüm üzerinde çalışırken, herkes bestelerini prova alanına getirebilir. Yazılı materyal, daha fazla müzikal keşif ve doğaçlama için bir temel görevi görüyor. Stüdyoya her zaman iyi hazırlanmış olarak geliriz, ancak bu her şeyi tam olarak yazıldığı gibi çaldığımız anlamına gelmez. Etkileşime hazır olarak geliyoruz ve tarzımızı tanımlayan şey de bu benzersiz etkileşim. Sahnede bu etkileşim çoğu zaman daha da derinleşiyor, çünkü bazen parçalarımız içinde doğaçlama yaparken kendimizi kolektif olarak beste yaparken buluyoruz. Bu yolculukta birbirimize sahip olduğumuz için şanslıyız.

A.Ü.: Şimdi İstanbul’da çalacaksınız. Şehre ve Akbank Caz Festivali‘ne neler getireceksiniz? Çoğunlukla yeni albüm belki?

M.P.: Türkiye’ye ilk kez geldiğimiz için Reflections of Purple Sun da dahil olmak üzere çalışmalarımızı daha geniş bir şekilde sergilemek istiyoruz.

Tüm cevaplar Marek Pędziwiatr’a aittir.

1 Comment

Comments are closed.