Klondike: İstilanın prelüdünde hayata tutunma

İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Ukrayna-Türkiye ortak yapımı Klondike, günümüz Ukrayna-Rusya savaş sahnesinin ilk şekillenmeye başladığı 2014 yılında, bir ailenin savaşın tam ortasında kalmasını konu alıyor. 

Cem Tümdağ – Film, Rusya yanlılarının ele geçirdiği Ukrayna’nın Donbas havzasında düşürülen Malezya Havayolları uçağının enkaz bölgesinde geçiyor. Ukrayna ve Rusya yanlıları olarak ikiye bölünen bölge halkının bir bölümü Rusya tarafından ağır silahlarla donatılıyor. Uçağı da düşürmeye kullanılan bu silahlar sivilleri hedef alıyor ve günümüze uzanan bir istilanın ilk ayak seslerini hissetmeye başlıyoruz.  

Not: Yazıda spoiler bulunmuyor ama açılış sahnesiyle ilgili birkaç detay veriyorum. Filme dair hiçbir şey bilmeden izlemek isteyenlerin dikkatine sunulur. 

Film tek plan uzun bir sekans ile açılıyor. Hamile olan İrka’nın kocası Tolik ile evlerini nasıl tasarladıkları konuşma dehşetli bir patlama sesi (Rus yanlıları ‘yanlışlıkla’ vuruyor) ile bölünüyor, ancak yönetmen Maryna Er Gorbach’ın kamerası olan bitenin tam ortasında evin içinde olmasına rağmen hiç telaşa kapılmayıp sakince pan hareketine devam ediyor. Böylece daha ilk sahneden itibaren şu duygu hali üzerimize yerleşiyor: Bu kötülük yaşanıyor, bu savaş devam ediyor, bu acıların olduğunu biliyoruz/biliyorsunuz, insanlar can veriyor ama tüm bunlara rağmen hayat akmaya devam ediyor. Film doğrudan yaşanan katliamların tanığı yapmıyor bizi, düşen uçağın enkazını da cesetleri de evin penceresinden bakarcasına mesafeli takip ediyoruz. İnsan bir kötülükle karşı karşıya kaldı mı evine kaçmak ister, ama ya kötülük evin içine kadar geldiyse. Keşke iyiler her zaman kazanır sözünün gerçek olduğu bir dünyada yaşasaydık. 

Yönetmenin kadınlara adadığı filmin kadın karakterine ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Aktris Oksana Cherkashyna’nın canlandırdığı İrka, hikayenin kalbini ve ruhunu oluşturuyor. İrka, filmde savaşın ortasında sıkışmanın yanı sıra Ukrayna milliyetçisi erkek kardeşi ile ayrılıkçı Rus yanlısı Ukraynalı işbirlikçilere yakın olan kocası arasında da kalıyor. Erkekler kendilerine bir cephe seçerken, o hayata odaklanmayı seçiyor. Terk edilmiş tarlalardan ezilmiş domatesleri topluyor, ineğiyle ilgileniyor. Ama ne bedeni yaşadığı topraklardan gitmeye razı, ne de ruhu savaşın manevi tahribatını geride bırakabiliyor. Tüm bunlara rağmen ayakta kalıyor. İzleyiciye bir yol haritası vermiyor, bir mesaj vermiyor, sessiz ama ödün vermeyen bir direnç sergiliyor. Oldukça etkileyici.

Filmden çıktıktan sonra kafamda bu soru vardı, seni yok etmeye gelen dev bir kötülüğe karşı ne yapabilirsin? Özellikle de bu dev kötülüğe karşı koyabilecek kuvvetler savaş büyümesin, nükleer bombalar kullanmaya iş tırmanmasın diye seni belli ölçüde feda etmeye göz yumuyorsa. Veba’nın (Camus, 1947) geçmesini bekleyip dirençle hayata tutunuyor İrka. 

Klondike bana pek çok açıdan Children of Men’i (Cuáron, 2006) çağrıştırdı. Protagonistlerin (Irka ve Theo) etrafında tanklar, füzeler, ağır makineliler uçuşurken bir kez bile ellerine silah almamaları gibi. Açılış sahnesindeki uzun plan ve etraftaki dehşetten etkilenmeyen sakin kamera aksiyonu, özellikle Children of Men’in araba ile seyir ve kaçış sahnesini anımsattı. Benim gibi Cuáron’un bu başyapıtını kişisel tüm zamanlar film listesinin başına koyan biri için, oldukça mutluluk verici bir kompozisyon sunuyor Klondike. Ancak bu yazının yazıldığı Nisan 2022’de devam eden ve Ukrayna’nın tümünü istila etmeyi amaçlayan Rus saldırısı, filmi izlerken teknikten çok yaşadığımız dünyanın korkunç gerçekliğine çekiyor bizi, sinemanın tekniğine hayran olmamıza fırsat tanımıyor. Oysa Er Gorbach’ın sineması, isyan çığlığını en sessiz en minimal şekilde atarak seyirciye boşlukları doldurma imkanı da sunuyor.

Sundance ve Berlin ödüllü Klondike’ta Gürcü müzisyen Zviad Mgebrishvili’nin minimalist notaları, abartısız ancak etkili ve izleyenin konsantrasyonunu bozmayacak görsel efektler ile dikkat çekici bir ses tasarımı anlatıma eşlik ediyor. Filmin post-prodüksiyonu Türkiye’de yapılmış. Bu da tabii şöyle bir parantez açmayı gerektiriyor: Elinde son teknolojik imkanlar olan bu ülkede, doğru vizyon ve doğru prodüksiyon anlayışı bir araya geldiğinde ortaya böyle yüksek kalitede işler çıkabiliyor. Son dönemde popüler kültüre hitap eden Türkçe içeriklerin ortak noktasının, kötü kurgulanan zayıf hikayeler ve bu anlatıma eşlik eden özensiz detaylar olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle pek çok açıdan Klondike başarılı bir iş çıkardığı için hakkını teslim etmek gerekiyor.

***

Dipnot: Festivalde filmin gösterimi ardından Ukrayna’nın İstanbul Başkonsolosu Vasyl Bodnar da şu anda yaşanan dramın filmde gösterilenin katbekat ötesinde olduğunu söyledi. Çaresiz hüznümüz katlandı. 

Dipnot 2: Filmin bir sivil toplum hareketine dönüşmesi ayrıca sevindirici. Sanatın, sanatı aşması, dile getirdiği problem ve uyandırdığı duygulara karşılık veren bir hareketin aracı olması ise paha biçilemeyecek kadar değerli. 

1 Comment

Comments are closed.