Şehirler… Büyük şehirler… Milyonların bir arada yaşadığı devasa ‘mini ülkeler’. ‘Uysallar’ da tam olarak bunu anlatıyor bize. Kocaman bir şehrin, kirli havasının içerisinde parçalanmaya yüz tutan bir aile. Garip bir aile değil çünkü içimizden birileri onlar. Zengin ya da fakir ayırmaksızın… Uysal ailesinin gökdelende oturmasının pek manası yok aslında. Herkesin başına gelebilecek bir yabancılıkla hayatlarını sürdürüyorlar. Tek fark kazandıkları parada olabilir. Ama ben bunlara değinmeyeceğim aslında.
Biraz konuşmaya ne dersiniz?
Benim bahsedeceğim konu daha çok ‘Uysallar’ın günlük yaşamımızda unuttuğumuz konuşma kültürü olacak. Evet, konuşma… İnsanların en önemli özelliği olan, bizleri hayvanlardan ayıran (iyi-kötü fark etmeksizin) en önemli özelliklerimizden biri. Bunu hem kendi milletimizden hem de başka milletlerden insanlar üzerinde kullanabiliyoruz. ‘Uysallar’ da tam olarak buraya değiniyor.
İnsanların en büyük özelliklerinden birini ‘Uysallar’ da kullanıyor. Dizi boyunca çokça ikili diyalog görüyoruz. Bu konuşmalarda dikkatlerden kaçmayan detaylarsa karakterlerin bir ruhi boşalma yaşadığı. Olcay – Sofia, Yağmur – Nil, Oktay – Moloz vs. pek çok sahnede görüyoruz. İnsanlar konuşarak rahata kavuşuyorlar. Ancak buradaki sıkıntı konuşulması gereken kişilerde.
Yaşanan mental boşalma sonrası geçici bir rahatlık yaşıyorlar. Konuşarak yaralarındaki irinleri boşaltıyorlar ama yaradan kurtaracak kişilerle konuşmaktan kaçınıyorlar. Adeta ağrı kesicilerle yaralarını unutmaya çalışıyorlar. Hâlbuki Olcay Oktay’la, Oktay Nil’le konuşmayı denese sorunlar ortadan kalkacak. Hatta bir sahnede Olcay ‘Baban beni seviyor mu korkuyor mu?’ diye torununa sorduğu soruyu Oktay’a yöneltmekten kaçıyor.
Her şeyin engeli narsisizm mi?
Evet, konuşması gereken kişilerle konuşarak her şeyi halledebilir insanlar (Sadece dizi için söylemiyorum). Ancak burada ortaya çıkan bir soru da var; insanların konuşacakları kişi kim? Soru biraz havada kaldı gibi, açıklayayım hemen. Konuşmaya çalıştığınız kişi ile ne kadar konuşabilirsiniz? Böylesi daha iyi oldu.
Karşınızda, sorunlarınızı çözmek istediğiniz birisi var ve konuşarak hallolabilecek bir mesele. Konuşmaya başladığınız an aslında bir yere varamadığınızı da anlıyorsunuz. Dizinin yola çıktığı yer de belki burası. Konuşma kültürünün dizlerde olmaması.
Sadece konuşmak isteyen değil, dinleyen de narsisizm ile karşılaşabiliyor. Konuşacak kişinin karşısındakini yok sayarak hareket etmesi… Sorun çözme odaklı değil de suçlayıcı tarzda… Anlamadan, dinlemeden, ‘sağlı sollu yardırarak’ amiyane tabirle…
Dizide konuşma fiilini en güzel Ece yapıyor. Olmamız gereken de belki biraz çocuk kalmaktır.
Ah şu narsisizm…
Selçuk Bulut