Vampirler ve blues: Sinners mükemmel bir film

Ryan Coogler’ın Sinners’ı, bol katmanlı alt metinleri ve türler arası cesur geçişleriyle ABD’deki siyah deneyimi kendi özgün perspektifinden anlatıyor. Bu yazıda klasik bir film eleştirisi yerine, filmin içinde işlenen detayları, hikaye anlatımındaki derinlikleri ve öne çıkardığı öğeleri derledim. Film kesinlikle çok başarılı, şiddetle tavsiye ederim. 

sinners

Cem Tümdağ – Ryan Coogler’ın Sinners’ı, bol katmanlı alt metinleri ve türler arası cesur geçişleriyle ABD’deki siyah deneyimi kendi özgün perspektifinden anlatıyor. Bu yazıda klasik bir film eleştirisi yerine, filmin içinde işlenen detayları, hikaye anlatımındaki derinlikleri ve öne çıkardığı öğeleri derledim. Film kesinlikle çok başarılı, şiddetle tavsiye ederim. 

Kamu spotu: Tabii ki yazıda spoilerlar mevcut. 

Filmi benim için asıl özel kılan şey, anlatı boyunca üzerine titizlikle yerleştirilmiş nefis detaylar. Filmi genel olarak değerlendirmek yerine alt başlıklar üzerinden detayları ele alacağım, buyrun:

1 – Clarksdale, Mississippi ve Delta Blues

Bu filmin merkezinde müzik var. Filmin başrolündeki gizli karakter Delta Blues, 20. yüzyılın başlarında Mississippi Deltası’nda doğan Afro-Amerikan halk müziğinin köklü türlerinden biri. Filmde de belirtildiği gibi blues yeni kıtada Afrikalılara beyaz adamın dini gibi dayatılan bir olgu değil, kendi köklerinden getirdikleri taşıdıkları bir kültürün parçası. Delta Blues’un diğer blues türlerine kıyasla daha yalın, ham, doğrudan ve bireysel bir anlatıma sahip olduğu; genellikle tek bir gitar ve vokal ile icra edildiği ve duygusal yoğunluğunun daha güçlü olduğu ifade ediliyor.

Filmde yer ve zaman açıkça belirtiliyor, 1932, Clarksdale, Mississippi. Clarksdale, sadece Delta Blues’un doğduğu yer değil; aynı zamanda “crossroads” mitiyle de ünlü. Bu kavram, blues tarihinin en ikonik efsaneleri birine dayanır: Genç Robert Johnson’un, gitar çalma yeteneğini geliştirmek için gece yarısı bir yol kavşağında (crossroads) şeytanla pazarlık yaptığına inanılır. Bu efsane, Clarksdale’i hem gerçek hem sembolik bir kavşak noktası haline getirir. Clarksdale’daki meşhur “crossroads” yani kavşak, özellikle iki otoyolun kesiştiği nokta olarak bilinir: U.S. Route 61 ve U.S. Route 49. 

U.S. Route 61: “Blues Highway” (Blues Otoyolu) olarak da bilinir. New Orleans’tan başlayarak kuzeye, Mississippi üzerinden Memphis’e ve St. Louis’e kadar uzanır. Blues’un göç haritasını ve kültürel yayılımını temsil eder. U.S. Route 49 ise blues’un tarihsel coğrafyasında önemli bir yer tutar. Mississippi Deltası’nı kuzeydoğu-güneybatı yönünde kat eden bu yol, siyah Amerikalıların çalıştığı pamuk tarlalarına, küçük kasabalara ve müziğin sözlü anlatısıyla kendini ifade eden yerel topluluklara uzanır.

Ryan Coogler’ın Sinners filminde bu şehir sadece bir fon olarak değil, bizzat hafızanın kendisi olarak karşımıza çıkıyor. Coogler, bu şehri seçerek müziğin yalnızca estetik bir unsur değil, aynı zamanda bir toplumsal belleğin taşıyıcısı olduğunu vurguluyor. 

Filmin karakter isimleri de bu belleğin devamı niteliğinde. Michael B. Jordan’ın başarıyla canlandırdığı Smokestack ikizleri, Miles Caton’un yetenekli oyunculuğuyla canladırdığı Preacherboy Sammie ile birlikte filmin ana karakterleri. Smoke ve Stack karakterlerinin adları Howlin’ Wolf’un ikonik parçası Smoke Stack Lightning’den esinlenmiş diye tahmin ediyorum. Pearline ise doğrudan Son House’un aynı adlı blues şarkısından geliyor. Bu tercihler yalnızca birer referans değil; her karakter, siyah müziğin tarihinden bugüne taşınan bir sesi, bir hafızayı temsil ediyor. Film bu isimlerle hem saygı duruşunda bulunuyor hem de karakterlerin üzerinden kültürel mirası bugüne taşıyor.

Clarksdale şehrinin tanıtım ajansı şehrin müziğine dair Spotify üzerinden dinlenebilen şu playlist’i derlemiş: 

Filmin 55. ve 59. dakikaları arasında geçen sekans ise bu mirasın sinemadaki en güçlü yansımalarından biri. Müziğin ritüel gücü burada büyüleyici bir görsellikle anlatılıyor. Afrika’dan kaçırılan, emeği sömürülen ve üzerlerine kendilerine ait olmayan bir dinin baskısı kurulan bir halkın; kendi topraklarında çağlar boyunca geliştirip aktardığı müzik, bir iyileşme ve özgürleşme aracına dönüşüyor. Sekans, neredeyse bir trans hâline yaklaşan, gerçeküstü bir anlatım barındırıyor. Bilinç akışı ile rüya arasında salınan bu sürreel sahnede zaman çizgisel olmaktan çıkıyor; kamera mekânla ilişkisini bozuyor, yerçekimi ve hatta kulübe çevrilen ahırın duvarları yitiriliyor, ve izleyici, müziğin yalnızca fon değil, bizzat çağlardan çağlara uzanan özgür insanların ortak dili olduğunu hissediyor. 

Gerçekten nefis bir sekans, filmin de kalbini oluşturuyor. Filmin en başında da asıl hikayeyi oluşturan detayı burada görüyoruz, bazı kişiler öyle bir müzik yapar ki insanları zaman-mekan gerçekliğinden kopardığı kadar kötü ruhları da çeker. 

2 – İrlandalı Halk Müzikleri ve Mississippi ile olan bağı

Filmdeki vampir karakteri olan Remmick, İrlanda kökenli İngiliz aktör Jack O’Connell tarafından canlandırılıyor. Bu vampir, geçmiş ruhlarla bağ kurmayı Preacherboy Sammie’nin müzikal yetenekleri üzerinden sağlamak istiyor. Müzik ve sevgi yayma amacıyla vampir kitlesini büyüten Remmick, Delta Blues şarkılarına İrlandalı halk müzikleri ile karşılık veriyor. Filmin başında Delta Blues müzikleri ile eğlenen kitle, vampire dönüştükçe Remmick’in İrlandalı halk ezgileri ile eğleniyorlar. Remmick de kavminin atalarıyla müzik üzerinden bağ kuruyor.

ruh ikizi anıtı

Burada ilginç bir dostluk detayı var, vampir Remmick ilk olarak Choctaw (Çoktav) kızılderili kabilesi tarafından kovalanıyor. Kızılderilileri film boyunca bir daha görmesek de İrlandalılar ile Choctaw kabilesinin uzun yıllardır süren bir bağı var. 1845-52 yıllarında İrlanda’da milyon kişinin öldüğü büyük kıtlık yaşanıyor. İrlanda halkının uzun yıllar süren patates kıtlığında bu kızılderili kabilesi 1847 yılında 170 dolarlık bir para yardımı yapıyor (farklı enflasyon hesaplamaları bunu günümüzde 5 ila 20 bin dolar arası bir miktara tekabül ettiriyor). Bu yardımı özel kılan şeylerden biri de Choctawların bu yardımı, kızılderili kabilelerinin 1830 yılından itibaren kendi topraklarından uzaklaştırılarak Oklahoma bölgesine Gözyaşı Yolu adı verilen olayla tehcir edilmelerinden kısa zaman sonra yapmış olmaları.

2015 yılında İrlanda’nın Cork bölgesindeki Midleton şehrinde bulunan Bailick Park’ta bu yardımın anısına Kindred Spirits (Ruh İkizleri) bir heykel dikiliyor. Choctaw – İrlandalı dayanışması üzerine 2024 yılında sergilenmeye başlanmış Oklahoma’da Eternal Heart (Sonsuz Kalp) isimli bir diğer heykel daha bulunuyor. 

3 – Para ve güç

Filmde e Mississippi’deki plantasyonlarda siyah işçilere gerçek Amerika dolarıyla değil, plantasyon mağazasında geçerli “scrip” adı verilen kuponlarla ödeme yapıldığı görülüyor. Bu sistem, çalışanları yalnızca işverenin mağazasından alışveriş yapmaya zorlayarak ekonomik bağımlılık yaratıyor, dolayısıyla parayı bir kontrol aracı hâline getiriyor. 

Filmde bu tarihsel gerçeklik, hem görsel hem anlatı düzeyinde sıkça karşımıza çıkıyor. Siyahların sahip olduğu ve işlettiği dükkanlara gösterilen saygı ve bağlılık, bu bağımlılık düzeninin dışında bir ekonomik varlık yaratma çabasını temsil ediyor. Clarksdale’de geçen sahnelerde ise sokakların dahi ayrıldığına tanık oluyoruz: Bir taraf yalnızca siyahlara, diğer taraf yalnızca beyazlara hizmet veren marketlerle dolu. Para, bu dünyada yalnızca alışveriş aracı değil; kimin nerede duracağını belirleyen bir güç mekanizması.

4 – Din

Filmde din, sürekli olarak dışsal ve baskılayıcı bir güç olarak tasvir ediliyor. Delta Slim karakteri, blues’un “bizimle birlikte Afrika’dan geldiğini” ve “buradaki din gibi dayatılmadığını” söylüyor. Bu ifade, Hristiyanlığın siyah topluluklara kölelik sürecinde nasıl zorla empoze edildiğine dair güçlü bir gönderme.

İrlandalı Remmick karakteri ise, “Thy Kingdom Come” duasını duyduğunda, “Bu bize dayatıldı, hiç benimseyemedim ama sözleri beni rahatlatıyor” diyerek benzer bir aidiyetsizlik hissini ifade ediyor.

Tarihsel olarak, Hristiyanlık İrlanda’ya 5. yüzyılda, Aziz Patrick’in çalışmalarıyla ulaştı. Pagan gelenekler zamanla bastırıldı ya da dönüştürüldü. Dolayısıyla buradan da Remmick karakterinin en azından 1400 yaşını aşkın olduğu sonucunu da çıkarabiliyoruz. Film, bu geçmişe dolaylı bir gönderme yaparak, farklı halkların benzer biçimlerde inanç sistemlerine boyun eğmek zorunda kaldığını ima ediyor.

5 – Vampir Film Türü Tercihi

2017 yapımı Get Out filminin büyük bir hayranıyım. Senarist ve yönetmen Jordan Peele’ın, siyah deneyimini korku türünün imkânlarıyla anlatma biçimi bana çok etkileyici gelmişti. Sinners da benzer şekilde, anlatmak istediği hikâyeyi klasik bir drama değil, vampir aksiyon-gerilim türü üzerinden kuruyor.

Bu tercih, filmi benzer dramatik güç ilişkileri ve ezilme hikâyelerinden ayırıyor. Tür sayesinde film, sadece siyahların beyazlar tarafından ezildiğini gösteren bir “acı hikâye” olmanın ötesine geçiyor. Vampirlere karşı verilen mücadele, filmde anlatılan daha büyük ve karmaşık tarihsel mücadelenin küçük ama etkili bir alegorisine dönüşüyor. Türün doğası gereği tempo yüksek, çatışma fiziksel ve semboller daha katmanlı. Bu da filmi daha geniş bir izleyiciye ulaştırırken, alt metnini güçlü tutmasını sağlıyor.

6 – Değişen Görüntü Oranı (Aspect Ratio)

Film, görüntü yönetmeni Autumn Durald Arkapaw tarafından 65 mm filmle çekilmiş. Çekimlerde hem IMAX 15-perf hem de Ultra Panavision 70 kameralar kullanılmış. Bu teknik tercih sayesinde film boyunca sahneler, 1.43:1 ve 2.76:1 olmak üzere iki farklı görüntü oranı arasında geçiş yapıyor.

Bu değişken görüntü oranı yalnızca görsel çeşitlilik sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda anlatının duygusal yoğunluğunu ve mekânsal daralmasını vurgulayan güçlü bir araç hâline geliyor. 

Konuyla ilgili Ryan Coogler’ın aşırı detaylı açıklamasını Kodak’ın YouTube kanalı üzerinden izleyebilirsiniz: 

Final

Sonuç olarak, Sinners, anlatı düzeyinde olduğu kadar teknik ve estetik anlamda da son derece güçlü bir film. Özellikle müzik kullanımı, filmin ruhunu taşıyan en önemli unsurlardan biri. Ludwig Göransson’un bestelediği müzikler, hem tarihsel bağlamı hem de karakterlerin iç dünyasını olağanüstü bir şekilde yansıtıyor. Blues’un ağırlığıyla, folklorik ezgilerin dokusuyla ve zaman zaman elektronik gerilim öğeleriyle kurduğu denge, filmi sadece izlenen değil, aynı zamanda hissedilen bir deneyime dönüştürüyor. Müziğe heavy metal ile başladığını söyleyen Göransson, heavy metal türünün de blues müziğinden etkilenen geçmişini birkaç röportajında vurguluyor. 

Göransson’un daha önce Black Panther gibi projelerde de gösterdiği kültürel duyarlılık ve teknik ustalık, burada çok daha rafine bir biçimde karşımıza çıkıyor. Müziğin hikâyeyi sadece tamamlamadığı, bizzat anlattığı nadir filmlerden biri Sinners. Aşağıda da filmin resmi playlistini bulabilirsiniz. 

Keyifli seyirler ve dinlemeler.