‘Kayıp Alfabe’nin izinde kimlik ve bellek arayışı

17 Ocak’ta Artİstanbul Feshane’de sanatseverlerle buluşan ‘Kayıp Alfabe’ sergisi içeriğiyle dikkat çekiyor. Favor ekibinden Merve Gökçek sergiye dair detayları Muhabbir için yazdı.

Merve Gökçek: Sanatında, yerel figürlerden beslenen, tarihsel ve kültürel unsurları içeren güçlü bir dil ile geleneksel öğeleri modern bir estetikle buluşturan Ahmet Güneştekin’in, altı yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı  Kayıp Alfabe sergisi, sanatçının yıllar süren düşünsel birikiminin ve estetik arayışlarının bir yansıması olarak, kaybolan bir kültürün ve anlamın yeniden keşfi sürecini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliği ile sanatseverlerin beğenisine sunuyor.

Küratörlüğünü Christoph Tannert üstlendiği Ahmet Güneştekin’in bu çokboyutlu sergisini Favor ekibi olarak 16 Ocak tarihinde gerçekleştirilen ön gösterimde deneyimle fırsatımız oldu.  İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin özenli restorasyon çalışmalarının ardından şehrin yeni sanat duraklarından biri haline gelen Artİstanbul Feshane’nin etkileyici atmosferine dağılmış, dil, anlam, hafıza, temalarıyla örülen 350’ye yakın sayıda farklı disiplinlerin temelinde oluşturulan sanat eserleri karşısında heyecan duymamak neredeyse imkânsız. 

Kimlik ve üzerine üzerine derinlemesine sorgulamalar 

İnsanlık tarihindeki ilk yazı ve sembol arayışlarının bir yansıması olan Kayıp Alfabe, sanatçının kimlik ve kültür üzerine yaptığı derinlemesine sorgulamalarla, kaybolmuş bir alfabenin izini sürerken, hem tarihsel hem de kültürel belleğin yitip giden öğelerini yeniden gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Semboller ve formlar aracılığıyla, geçmişin kayıpları ve geleceğin belirsizlikleri arasındaki ilişkinin peşine düşen Güneştekin’in Kayıp Alfabe sergisindeki her eser, dilin ve anlamların yeniden inşasına yönelik bir çağrı gibi sizi sergide geçirdiğiniz süre boyunca kendinde tutuyor.  Hiç kuşkusuz ki bu çağrının sizi sarıp sarmalamasında eserlerin ihtişamı kadar  Artİstanbul Feshane’nin atmosferi de bu gücü destekliyor. 

Ahmet Güneştekin’in  seneler süren  özverili bir çalışmayla izini sürdüğü yitik diller ve anlamların bugüne kavuşup yeni bir forma büründüğü sergiyi deneyimleyip, eserleri yorumlamaya çalışırken  bir kültürün inşasında asal olan unsurlardan biri üzerine çalışan filozofların sesleri, sergideki insanların sanatçıya ve eserlere olan hayranlıklarını fısıldadıkları kelimelerin boşluktaki gezinmesine eşlik etti. Bu filozoflardan ilki, Frantz Fanon.  Frantz Fanon’un Siyahlar ve Beyazlar adlı eserindeki “zihinsel sömürgecilik” kavramı, Güneştekin’in Kayıp Alfabe serisinde somutlaşan bir tema olarak karşımıza çıkıyor. Kayıp Alfabe ile kaybolmuş bir kültürel belleği yeniden oluşturmayı ve unutturulmuş değerleri gün yüzüne çıkarmayı hedefleyen Güneştekin; kültürel kimlik, belleği yeniden inşa etme ve zihinsel özgürleşme sürecinde Fanon’un dile verdiği öneme ağırbaşlı bir selam veriyor. 

Postkolonyal eleştirisinde, dil ve kimlik arasındaki ilişki derinlemesine irdeleyen Fanon’un  yazdığı satırlar,  Güneştekin’in Kayıp Alfabe sergisinde görkemli formlara,  başlı başına özne ve ana odak  konumunda olan renk seçkisine, hazır nesnelere, geometrik formlara ve soyut imgelere, dönüşüyor.  Bu anlamda,  sanatçının, kaybolmuş bir halkın, bir toplumun kolektif belleğini yeniden inşa ederken, aynı zamanda bu bellek ve kimlik üzerinde yapılan toplumsal baskıları da bizlere göstermeye çalıştığını söylemek mümkün. 

Sembolizm gölgesi

17 Ocak 2025 tarihinde genel ziyarete açılan sergiyi henüz deneyimlememiş olan sanatseverler çin serginin heyecanı öldürmeden önce birkaç eserden ve eserlerin referans noktasındaki filozoflarla ilişkisine de bakalım isterim.

Öncelikle Ahmet Güneştekin’in sanatındaki sembolizmin gölgesinin hemen hemen sergideki tüm eserlerin üzerine düştüğünü belirtelim.  Bu da örtük anlamların ayak izlerini takip ederken, farklı dönemlerde yolunuz aynı sergiye düşerse sizi bambaşka bir duyguların yoğrulduğu eserlerin beklediğini söylemeyi olanaklı kılıyor. 

Güneştekin’in kullandığı soyut biçimler, modern insanın geçmişle bağlarını kaybetmesini ve anlamın şekilsizleşmesini simgeliyor. Örneğin, Göçebe Alfabe adlı eser, göçebe kültürlerden beslenen sembollerle, dilin ve kültürün evrimsel bir süreç olduğunu görmemizi istiyor. Bu figürler, bireysel ve toplumsal kimliklerin geçiciliğini simgelerken, aynı zamanda kaybolan bir dilin yeniden keşfi için kendisini izleyenleri cesaretlendiriyor.

Yine “Kayıp Kadınlar” adlı eserinde, tarihsel olarak silinmiş veya bastırılmış kadın figürlerini gündeme getirdiğini görüyoruz.  Fanon’un “dilin kaybı” ve “kimliğin silinmesi” üzerine yaptığı tespitler, bu eserle paralel bir biçimde işlenmiş.  Eserde yoğun olarak gördüğümüz şey, dilin, iktidar ilişkilerinin ve toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl gizlendiği.  Kadın figürleri, bir tür dilsel bastırılmayı, kimliksizleşmeyi temsil ederken, izleyiciye geçmişin ve kaybolan kimliklerin yeniden hatırlanması gerektiği mesajını fısıldıyor.

Güneştekin’in sanatında soyut ve figüratif öğelerin geçişkenliği, Kayıp Alfabe sergisine özgün bir dil kazandırdığını görüyoruz.

Derrida’nın deconstruction (yapısöküm) düşüncesiyle paralellik gösterdiğini söyleyebileceğimiz,  Zamanın Kodları adlı eser, zamanın bir algoritma gibi işlediğini ve kimliğin sürekli evrildiğini bizlere hatırlatıyor. 

Onlarca eser için hepsini kapsayacağından şüphe duymadan söyleyebileceğim tek şey,  her bir eserin aynı zamanda “ açık metin” işlevi gördüğü.  350’ye yakın heykel, enstalasyon, video, seramik ve diğer farklı disiplin sanat eserlerinden oluşan  Kayıp Alfabe sergisini ziyaret etmek için 20 Temmuz’a kadar zamanınız var!