Yağız Oral: Beni en çok etkileyen şey hikâyenin kendisi

Yaptığı işlerle adından söz ettirmeyi başaran, yeni neslin başarılı müzisyenlerinden Yağız Oral, Muhabbir ekibinden Selçuk Bulut ve Cem Tümdağ’ın sorularını yanıtladı.

Selçuk Bulut & Cem Tümdağ

Ana tema (main theme) bir film müziğinin kalbini oluşturur. Bir ana temayı yazma sürecinizden bahseder misiniz?

Öncelikle beni konuk ettiğiniz için çok teşekkürler. Yazmaktan en çok keyif aldığım müzik çeşitlerinden biri, bir filmin veya oyunun ana tema müziği diyebilirim. Bir medya bestecisi olarak film veya oyun projelerinde beni en çok etkileyen şey hikâyenin kendisi olmuştur. Ana tema olarak adlandırdığımız müzik hikâyenin adeta bir özeti niteliğinde olduğundan tüm hikâyeyi müzikle rafine bir şekilde anlatabiliyorsunuz. Ana tema yazma sürecim tam olarak filmde veya oyunda anlatılan hikâyeyi ve karakterlerin sürecini en iyi şekilde anlamaktan geçiyor. Tüm olup bitenleri içselleştirerek anladığımda müzikal olarak bende nerede ve nasıl örtüşeceğine karar veriyorum. Ardından müzikal olarak taslak karalamalar yaparak ortaya tematik bir yapı çıkarmaya, hikâyeye bir hayat vermeye çalışıyorum. Bu adımda denemelerimi oldukça basit tutmaya gayret ediyorum. Çünkü en karmaşık duyulan müziklerin bile temelinde sadece bir basit fikir yattığını biliyorum. Bu karalamalar sonucu ortaya çıkan melodi ve armonileri müzikal olarak kendi içinde tutarlı bir forma büründürüyorum. Tüm bu sürecin sonunda da hikâyenin bel kemiği olan ana temamız ortaya çıkmış oluyor.

Film müziği yapmak için etkilendiğiniz bir film oldu mu? Hangi filmin müziğini yapmak isterdiniz?

Müziğini yapmak istediğim çok fazla film oldu. Ancak tüm beğendiğim ve ilham aldığım filmlerin büyük çoğunluğuna inanılmaz müzikler yazıldığını bildiğim için de asla dokunmak istemezdim diyorum. Burada biraz arada kaldığımı itiraf etmem gerekiyor. Bir cevap vermem gerekirse de beni her zaman Christopher Nolan’ın ‘Batman’ üçlemesi çok etkilemiştir. Müzikleriyle beni film müziğine yönlendiren en büyük ilham Hans Zimmer ve Christopher Nolan ikilisinden geliyor. Bu üçlemeden sonra Interstellar, Inception gibi birçok olağanüstü film yaptılar ve her birinin yeri benim için çok ayrıdır. Biraz kıyıda köşede kalmış ama yine çok ilham aldığım başka bir film ise Ennio Morricone’nin bestelediği İtalyan yapım ‘La migliore offerta’dır. Tüm bunların dışında daha güncel bir örnek verecek olursam devam filmini heyecanla beklediğim ‘Dune diyebilirim.

Trent Reznor ve Atticus Ross, 80’lerde Vangelis ve Moroder etkisinden sonra yeniden sinemada elektronik müziğin ön plana çıktığı bir akım başlattı. Elektronik müziğe yaklaşımınız nedir, (Android tiyatro soundtrack’inde de dinleyebildiğimiz gibi) kendi tarzınızda elektronik/endüstriyel seslerden ne kadar faydalanıyorsunuz?

80’lerdeki “Vangelis” akımı film müziği tarafında oldukça beğendiğim bir akım. Yazdığı müziklerin atmosferik yapısı ve ses dünyasına kattığı yenilikler ile hala çığır açtığına inanıyorum. Elbette aynı şeyi “Moroder” için de söylemek gerekiyor. Elektronik müziğin ön plana çıkmasını kesinlikle yanlış bulmuyorum. Aksine direkt elektronik olarak bestelemiş olduğum (Android gibi) müzikler hariç çoğu müziğimde elektronik yapıları orkestral tınıların arasında duymayı seviyorum. Bu bağlamda daha çok hibrit bir sistemle çalışmayı tercih ediyorum. Özellikle teknolojinin bu kadar ileri seviyede olduğu ve ses dünyasının uçsuz bucaksız olduğu bu dönemde elektronik müziği benimsememek bana pek sağlıklı gelmiyor. Hibrit sistemle çalıştığımda müzikal olarak yapabileceklerimin çok daha sınırsız ve çeşitli olduğuna inanıyorum. Ayrıca akustik kaydettiğim ve müziklerimde kullandığım çoğu sesi yine aynı şekilde elektronik bir sentezden geçirerek farklı ve daha özgün bir hale getirmeyi tercih ediyorum.

Bir film müziği bestecisi yönetmenin istekleri ile seyircinin hissiyatı arasında nasıl bir bağlantı kurmalıdır? 

Bir film müziği bestecisi için en kritik noktalardan biri bu olabilir. En nihayetinde prodüksiyon içeren ve işi satma amacı güdülen bir sektörde çalışıyoruz. Dolayısıyla bir noktada işin sanat tarafını konuşabilmek her zaman mümkün olmuyor. Kesin olmamakla beraber her projede elimden geldiğince kendi müzikal dilimi koruyabilmeyi hedefliyorum. İşimiz gereği kendi sanat dalımıza hâkim olmayan; yönetmen, senarist, yapımcı gibi farklı sektörlerden pek çok kişiyle çalışabiliyoruz. Bu yüzden onlarla son derece açık ve şeffaf bir iletişim kurmamız gerektiğini düşünüyorum. İşimizin yarısı müzik yazmaksa bir diğer yarısı da kesinlikle farklı sektörlerden çalıştığımız kişilerle doğru ve sağlıklı bir iletişim kurmaktan geçiyor. Her şeyin başında yönetmen veya yapımcı ile bu diyaloğu doğru şekilde oturtmak gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu şekilde filmde geçen hikâyeyi kendi içimizde ortak bir dil ile anlatabilmiş oluyoruz. Seyirci hissiyatına gelecek olursak; yönetmen ile ortak bir dil bulduğuma inanıyorsam müziklerini yaptığım projenin anlatmak istediği hikâyeyi izleyiciye en doğru şekilde aktardığına ikna olmuşum demektir. İşin aslı sadece seyircileri düşünerek bir şeyler yazıp çizmek çok gerçekçi ve doğru bir yöntem gibi gelmiyor. Günün sonunda yaptığınız iş veya kurduğunuz iş birliğinden doğan başarılı bir yapım ortaya koyduğunuza inanıyorsanız filmin seyirciye keyifli bir deneyim yaşatacağından şüpheniz olmuyor.

Günümüzde filmler kadar büyük bütçeleriyle video oyunlarının ön plana çıktığını görüyoruz. Örneğin Hans Zimmer ile Lorne Balfe, Call of Duty oyununun bir serisinde müzikleri besteledi. Sizin de odak noktalarınızdan birinin oyun müzikleri olduğunu görüyoruz. Bir video oyununun müziğinde neler önemlidir, müzisyen neye odaklanmalıdır? Bir video oyununun müziğini yapmak isteseydiniz bu hangi oyun olurdu? 

Oyun firmalarının bütçeleri özellikle son yıllarda bir hayli arttı. Piyasa değeri film stüdyolarıyla yarışır halde. Özellikle “3A” kategorisindeki video oyunları oldukça büyük yapımlar oluyor. Bu gelişimin her geçen yıl artarak devam edeceğine inanıyorum. Video oyunları benim özel ilgi alanım. Kişisel hayatımda da video oyunlarına çokça vakit ayırdığım için bu yapımlar ayrıca ilgimi çekiyor. Video oyunlarının da tıpkı filmler gibi bir hikayesi ve hikayenin kurulu olduğu bir dünya oluyor. Bu dünyanın bir parçası olabilmeyi, hikayeyi ve karakterleri müziğimle birlikte oyuncuda içsel hale getirmeyi seviyorum. Oyun müziği diğer tüm medya müziği alanları içerisinde en interaktif alan diyebiliriz. Bu sebeple oyun müziklerinde en çok dikkat edilmesi gereken şeylerden biri; kurgulanan dünyadan çıkmadan, bu dünya içerisinde hikâyeyi anlatmak ve karakter motivasyonlarını sürekli olarak beslemektir. Bir besteci olarak oynadığımız karakteri içselleştirerek onun dünyasına girmeli ve onun motivasyonlarını iyi anlamalıyız ki müzikle birlikte bu akışı destekleyebilelim. Beni etkileyen başlıca video oyun yapımlarına gelecek olursak; Ori, God of War, Battlefield ve Skyrim. İçlerinde çalışmak isteyebileceğim yapımlar ölçeği son derece büyük, hikayesiyle mitolojik ve tarihi alıntılar yapan; God of War ve Battlefield diyebilirim.

Türk müziğinde etkilendiğiniz besteciler var mı? Türk eski ya da yeni rock, anadolu rock, folk rock, pop ya da alternatif müzikler sizin müziğinizde bir etki sahibi oldu mu? 

Her ne kadar güncel olarak film, video oyunu ve reklam gibi medya projelerde çalışıyor olsam da konservatuvar kökenli bir müzisyenim. Ayrıca kurucu şefi olduğum Agora Senfoni Orkestrası ile de sahnede sıklıkla klasik müzikle beslendiğimi söyleyebilirim. Dolayısıyla Türk klasik müzik tarihinden etkilendiğim pek çok besteci oldu. Bunların başında Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin geliyor. Elbette klasik müzik dışında da severek dinlediğim ve beni müzisyenliğe başladığım yıllara götüren Şebnem Ferah, Mor ve Ötesi gibi gruplar ilham aldığım müzisyenler arasında. Bu isimlerin şu an yaptığım müzikte efektif olarak etkisinin olmadığını ancak müzisyen kimliğimi oluştururken çok büyük rol oynadıklarını söyleyebilirim.

Kendinize örnek aldığınız sanatçılar kimler, en çok hangi dönemde yapılmış film müziklerinden keyif alıyorsunuz? 

Bir medya bestecisi olarak başka film veya oyun bestecileri benim en büyük ilham kaynağım diyebilirim. Bu bağlamda hem beni hem de müziğimi besleyen en önemli isimleri John Williams, Hans Zimmer ve Ennio Morricone olarak sıralandırabilirim. Bu isimler ve yazdıkları müziklerle dahil oldukları yapımlara kattıkları benim için oldukça ilham verici. Özellikle Williams ve Morricone müziklerini en ince ayrıntısına kadar incelemek istediğim besteciler. Bununla beraber hem yenilikçi hem de kendimden bir şeyler bulabildiğim için Hans Zimmer gibi müziğinde elektronik elementlere sıklıkla yer veren bir bestecinin dönemi benim daha çok ilgimi çekiyor. Elbette sadece bu üç isimle sınırlı olmayan ve her çalışmasını büyük bir heyecanla takip ettiğim pek çok isim var. Tüm isimleri burada sıralamak cevabı oldukça uzatacaktır ancak yeni dönemde çok başarılı olan Ludwig Göransson’dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Yaptığı müzikler tıpkı geçmişten verdiğim örnekler gibi bana ilham kaynağı olan ve son derece heyecan duyduğum işler.

Hollywood’da neler başarmak istiyorsunuz, gelecekteki hayalleriniz neler?

Her film bestecisinin olduğu gibi benim de en büyük hayalim eserlerimin film sektörünün kalbi olan Hollywood’da büyük yapımların içerisinde hayat bulması ve seslendirilmesi. Bugüne kadar ilham aldığım isimlerle tanışabilmek ve müziğimi onların karşısına çıkarabilmek. Uluslararası boyuttaki çalışmalarımın en büyük sebebi bu. Yakın zamanda bir müzisyen arkadaşımla ortak olarak kurmuş olduğum Los Angeles Independent Film & Music Production şirketinin bu hedefimi gerçekleştirebilmek ve müziğimi daha geniş kitlelere ulaştırabilmek adına güzel bir adım olduğuna inanıyorum.

Bu güzel röportaj için çok teşekkür ederiz.

Asıl ben teşekkür ederim, çok güzel bir söyleşiydi.