İncesaz: İstanbul müziği yapıyoruz

25. yılını kutlayan, İstanbul’un tarihinde iç içe geçmiş kültürlerin etkisiyle bugünlere ulaşan müzikal birikimi bestelerinde yansıtan İncesaz, çeyrek yüzyıldır bu kenti anlatan görsellerin ve görüntülerin fonunun ayrılmaz bir parçası oldu. İnandıkları müziği, istikrarlı biçimde sürdürmeyi hedefleyen İncesaz ile konserleri öncesi 25 yıllık bu maceralarını konuştuk. İncesaz 25 yıldır hayatımızda. Yurt dışında özellikle rock türünde uzun […]

25. yılını kutlayan, İstanbul’un tarihinde iç içe geçmiş kültürlerin etkisiyle bugünlere ulaşan müzikal birikimi bestelerinde yansıtan İncesaz, çeyrek yüzyıldır bu kenti anlatan görsellerin ve görüntülerin fonunun ayrılmaz bir parçası oldu. İnandıkları müziği, istikrarlı biçimde sürdürmeyi hedefleyen İncesaz ile konserleri öncesi 25 yıllık bu maceralarını konuştuk.

İncesaz 25 yıldır hayatımızda. Yurt dışında özellikle rock türünde uzun soluklu gruplara aşinayız. Ancak daha kalabalık bir müzisyen topluluğuyla Türkiye’de de yurt dışında da bu gibi örnekler çok az. 25 yıllık devamlılık size neler hissettiriyor?

Her biri değerli, yetenekli ama farklı özelliklere, kişiliklere sahip bireylerden oluşan, üstelik sekiz kişi olan bir grubun bir arada 25 sene geçirmesi, on albüm yayınlaması, sayısız konser vermesi gerçekten kolay değil. Bunu başarabildiğimiz için mutlu ve gururluyuz. Bu istikrarı üyelerin birbirine olan sevgi ve saygısına ve yaptığımız müziğe olan inancımıza borçlu olduğumuzu düşünüyoruz.

İncesaz’ın köklerine doğru inmek istiyorum. Ben dahil pek çok insan için bir İstanbul görüntüsü gözümüzün önüne geldiğinde fonda çalan şarkılar için akla ilk gelen isimlerden biri İncesaz. Kuşkusuz grubun ismi de bu noktada zaten çok şey anlatıyor. Bu yolculuğun tarihsel köklerini nasıl tanımlarsınız?

Tarihsel olarak “incesaz” yüzyıllardır kullanılan bir yerel müzik terimi. “Kabasaz”ın almaşığı olarak kullanılmış. Kabasaz, daha çok eğlence, düğün, tören, savaş gibi sosyal işlevi olan bir çerçevede ve kamusal alanlarda yapılan, anlaşılabileceği gibi yüksek perdeden bir müzik. İncesaz ise sanatsal yönü ön plana çıkan, işlevsellikten çok, salt müzik olarak dinlenmek üzere, seçkinler veya meraklıları için kapalı alanlarda yapılan bir müzik. Bizler bu ikinci tarza odaklandığımız ve müziğimiz de “yüksek perdeden” olmadığı için galiba “İncesaz” ismi yaptığımız müzikle örtüşüyor.

İstanbul siluetine melodileri en çok yakışan isimlerden biri olduğunuz vurgulayıp devam edeceğim. İncesaz diğer toplulukların aksine bir solist grubu değil de bir enstrumantalistler grubu olarak çıkıyor karşımıza sanki? Bu en başından sizin tercihiniz miydi? Yoksa zaman içinde gelişen bir süreç mi oldu?

Biz eskiden beri bir İstanbul müziği yaptığımızı savlıyoruz. İstanbul gibi tarihî ve köklü kültüre sahip bir büyük şehrin tek bir müziği olduğu düşünülemez. Nasıl ki geçmişte bu şehirde yapılan müzikler çok çeşitli idiyse şimdi de bu zenginlik ve çeşitlilik sürüyor. İncesaz da bu denizin içinde bir dalga. Sizin de tespit ettiğiniz gibi bir “solist” müziği değil. Anonim bir tarafı var. Bizi herhangi bir orkestradan ayıran da bu, biz bir orkestra değil, bir grubuz. Üyelerimiz yalnızca önlerine gelen notayı mükemmelen icra etmekle kalmıyor, müziğin toplamına katkıda bulunuyor. Bu bir artı birin ikiden büyük ettiği sinerjik bir denklem oluşturuyor.

Klasik Türk müziği pek çok filmde, dizide ve mekânda karşımıza çıkıyor. Ancak güncel üretim söz konusu olduğunda durum biraz farklı. Bu konudaki istisnalardan birisiniz. Siz hatta bu noktada günümüz dinleyicisinin beğenilerinin dışına çıkıp daha az duydukları makamlarda da besteler üretiyorsunuz. Bu seçimdeki temel motivasyonunuz nedir?

Osmanlı son dönemleri ve Cumhuriyetimizin başında, bugün “klasik” dediğimiz müzik geriliğin, çağdaş medeniyet düzeyini yakalayamamış olmamızın bir müsebbibi gibi algılanıyordu. Bu makamlar, bu sazlar ve bu anlayışın artık günümüzün hayatını ve toplumsal ilişkilerini anlatamayacağı ve tedavülden kalkması gerektiği düşünülüyordu. Bu doktriner öğreti daha sonraki 60-70 sene boyunca kanıksandı ve doğru kabul edildi. Klasik müziğimiz görevli kamu kuruluşları tarafından resmi olarak müze kıvamında icra edildi. Toplumsal karşılığı giderek yok oldu. Zengin makamlarımız bu sebeple yavaş yavaş terkedildi. Perdelerimiz, batılı (tampere denilen) karşılıklarına doğru kaymaya başladı. Söz konusu müzik, kendince dayandı, evrildi ama hayatta kalabilmek için epey taviz vermek zorunda kaldı.

İşte İncesaz, böyle bir sosyal ve ideolojik iklimde, olmaz denilen yoldan giderek kendi yolunu açtı. Kullanılmayan makamları, terkedilen perdeleri kullandı, sazların tavır, tını ve itibarlarının bir bütünün içinde de korunabileceğini savladı. Bunların üzerine armoni ve çağdaş düzenlemeler kurdu. Bunu da öğretici ve üstten bir bakışla değil, samîmî ve kalpten bir söyleyişle yapmaya çalıştı. Bugün az da olsa, bir kesimin beğenisini kazanmış olmanın bu samimiyetle bağlantılı olduğunu düşünüyoruz.

Repertuvarında onlarca şarkı bulunan bir topluluksunuz. Konser deneyimlerinizden de yola çıkarsak dinleyicilerin reaksiyonu belirgin eserlere mi odaklanıyor yoksa bir bütünlük mü söz konusu?

Dinleyici sizi bulmuş, sahnede belli bir süre için yakalamışken, en sevdiği, en aşina olduğu şarkıları duymak ister. Bu grup için bir zorluktur. Çünkü neticede, on albüm dolusu eserin hepsi bizim evladımız gibidir. Ancak konserlerde yine de bir orta yol bulunmaya çalışılır. Bu da sahne sanatlarının cilvelerinden biridir.

İncesaz’ı geçen bu süreyi de göz önünde bulunduracak olursak bir ekol olarak da adlandırabilir miyiz? Daha doğrusu gelecekteki müzisyen ve dinleyicilere böyle bir miras bırakmak sizin için bir öncelik mi?

Bizim bu anlamda bir misyonerliğimiz veya önceliğimiz yok. İnandığımız bir müziği istikrarla yapmaya devam ediyoruz. Bu bize sanatsal olarak doyum veriyor. Yıllar sonra da olsa yavaş yavaş toplumun ilgisini ve beğenisini de çekmeye başladık. Bu olgu da yaptığımız müziğe olan inanç ve güveni pekiştiriyor. Ekol olup olmadığımız bizim karar verebileceğimiz bir durum değil. Bu tarz yargılarda acele etmemek ve bazı şeyleri zamana bırakmak gerektiğini düşünüyoruz.

2020 yılında iki bestenizi dinleyicilerle buluşturdunuz. Mavi Kayık ve Piraye. Yanlış hatırlamıyorsam tam da pandeminin başladığı dönemdi. Albümlerin bütünlüğünün elbette müzikseverlerin gönlünde yeri başka. Ancak sanırım değişen koşullar bizleri yeniliklere de uyumlu hale getirdi. Gelecek dönemde eserlerinizi dinleyicilerle buluştururken buna benzer bir yol mu izleyeceksiniz?

Söz ettiğiniz iki eserden sonra, şimdi de onuncu albümümüz “10 / Güzel Günler”i yayına hazırladık. Kalan Müzik şu anda yasal bürokratik işlemler ve kapak tasarımıyla uğraşıyor. Bu iki eserin yanı sıra dokuz yeni şarkı daha var. Yani bu yeni albümümüz bir şarkılar albümü. Her şey yolunda giderse, 2022 Mart ayı sonları veya Nisan ayında yayınlanacak. Üretmeye devam ediyoruz. Dünya ahvali önümüzdeki dönemde ne gösterecek, neyi gerektirecekse, o yönde üretimlerimizi paylaşmayı sürdürmek istiyoruz.

Pandemi tüm yaşamsal alışkanlıklarımızı sekteye uğrattı. Neyse ki geride bırakıyor gibiyiz. Bu süreçte siz de 15 Şubat akşamı Zorlu PSM’de 25. Yılınızı kutlayacağınız bir konserle dinleyicilerle buluşuyorsunuz. Öncelikle bu uzun süreç size neler hissettirdi, neler düşündürdü?

Bütün dünyanın yaşadığı gibi, biz de yoksunluk hissettik. Konser vermeyi seven, konserlerle bir nevi nefes alan bir grubuz. Bu sürecin bıçak gibi kesilmesi bizi üzdü. Bireysel olarak depresyona kapılmamaya, kendi çapımızda üretmeye ve kendimizi geliştirmeye çalışsak da bu yoksunluk korktuğumuzdan uzun sürdü. Şimdi yirmi beşinci yaşımızı kutladığımız bu yıl içinde hem dinleyicilerimizle buluşuyor, hem yeni albümümüzü, hem de tüm notalarımızı içeren bir külliyatı “Pan Yayıncılık”tan yayınlıyoruz. Böyle bir felaketi insanlığın bir daha yaşamamasına dua ediyoruz.

Uzun bir konsersizlik süreci yaşandı. Şimdi bir toparlanma evresi olarak nitelendirebileceğimiz süreçteyiz. Müzisyenler açısından mevcut koşulları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Salon kapasitelerinin azaltılması, maliyetlerin uçması, konserlerin azalması müzisyenler açısından olabilecek en kötü senaryo. Belli bir sabit geliri veya birikimi olmayan herkes yaşama savaşında. Devlet bu konuda hiçbir surette sanatçıların yanında yer almadı, almıyor. Bu kötü dönemi nasıl atlatırız, bilemiyorum.

Türkiye’nin önemli müzisyenleri de bu konser vesilesiyle sizlere eşlik edecek. Dinleyicileri nasıl bir konser içeriği bekliyor?

Dinleyicilerimizin bizden dinlemek istediği eserler ağırlıkta olacak tabii ki. 2 saat içinde herkesi memnun edecek bir antoloji seslendirmek mümkün değil. Küçüklüğünden beri çalıştığımız ve pek sevdiğimiz, dünya çapında sevilen değerli müzisyen Hüsnü Şenlendici, bu konserde bize iki eserde klarnetiyle eşlik edecek.

Geçtiğimiz yıllarda Haris Alexiou ile aynı sahneyi paylaşmıştınız. Bir müziksever olarak sizi Yorgo Dalaras ile de aynı sahnede görmeyi çok isterdim. Bu tip -uluslararası diyeceğim ama müzikal olarak pek yakın- projelere nasıl bakıyorsunuz?

Biz bu tarz projelere eskiden beri açığız. Bunların müzisyenlerin ufkunu açmak ve manevi olarak beslemek adına muazzam katkıları olduğunu düşünüyoruz. Yunan, Alman ve Romen müzisyenlerle ortak projeler yaptık. Şu sıralar da, pandemi mahrumiyetinin yakında geçeceğini var sayarak yeni projeler üzerinde çalışıyoruz. Dalaras pek sevdiğimiz, büyük bir müzisyen. Onunla bir sahnede olmak hepimize kıvanç verir.

Son olarak İncesaz’ın bundan 25 yıl önce başlayan hikâyesi gelecekte nasıl bir seyre sahip olacak? Bizimle paylaşabileceğiniz hayaller ya da projeleriniz var mı?

Yeni konserler, yeni projeler, yeni albümler inşallah…